23 Haziran 2016 Perşembe
Buz Mavisi
Sigarasından bir fırt daha çekti Casey yerde yatan cesede bakarken. "Bunu bir insan yapmış olamaz" diye geçirdi içinden. Olay yeri inceleme ekipleri maktülden kan ve tırnak lekesi örnekleri almakla meşguldu. Sarı şeritler çekilmiş, bahçenin tamamı ablukaya alınmıştı. Duvarları beyaza boyanmış, bahçesinde bir salıncak bulunan, havuzlu ve sakin bir yazlık villaydı burası. Kış ayı olmasına rağmen güneşli bir hava ve ağır nemle birlikte bunaltıcı bir atmosfer vardı. Casey o an hafif rüzgarla kıpırdayan sandalyeye dikkat kesildi. Sigarasını bir anda yere attı ve sandalyeye doğru yöneldi. Gördüğü şeyi gerçekten görmüş müydü yoksa iki gündür uyumadığı için beyni ona oyunlar mı oynuyordu ? İki gündür şahit olduğu beşinci ölümdü bu ve hemen hemen hepsi aynı şekilde öldürülmüştü. Boğazında bir yara izi ve kanı çekilmiş şekilde ölen insanlar. Yöntemin aynı olması can sıkmaya yetmezmiş gibi bir de seçilen kurbanların benzer özellikler taşıması daha da moral bozucuydu. Genelde yirmili yaşlarında, genç ve güzel kızlar öldürülüyordu. Sallanan sandalyenin köşesine eğildi ve gördüğü şeyin tam olarak aslında aradığı şey olduğu konusunda emin görünüyordu. Bir yüzük, eski ve küçük bir zümrüt taşı olan, gümüşten yapılmış. Nerden baksan 130 yıllık gözüken bu yüzüğün burada ne işi vardı. Sağ eline eldivenini taktı ve yüzüğü alarak şeffaf poşetin içine koydu.
"Teğmen Casey !" Arkasından seslenen olay yeri ekiplerinden memur Jordan'dı. "Burada sizi görmek isteyen bir hanımefendi var." Casey çömeldiği yerden hafifçe doğruldu ve arkasını döndü. Gördüğü sima yabancı gelmiyordu fakat bir anda kim olduğunu çıkaramadı. Karşısında duran kadına doğru yaklaşırken kadın çantasından bir kart çıkardı. " Adım Laura Grey, West Goshen gazetesinde çalışıyorum. Bu davaya özel bir ilgim var ve bu cinayetleri bir insanın işlemediğini düşünüyorum." Karşısındaki kadının kendinden emin ve hızlı girişi Casey'i etkilememişti. Baygın ve umursamaz gözlerle kadına baktı. "Hanımefendi, gazetecilerle röportaj yapmıyorum, şimdi müsaade ederseniz çalışmam gerekiyor." Aslında uyuması gerekiyordu ve bunun farkındaydı Casey. Fakat o an kadını başından savmak için başka bir şey gelmemişti aklına. "Memur Jordan !" diye seslendi, elindeki yüzük olan poşeti uzatırken, "bununla ilgili tahkikat istiyorum, ayrıca yıl taraması da yapılsın ve kime ait olduğunun bulunmasını istiyorum. Ve bu raporu iki saat içinde ofisimdeki masamda görmek istiyorum, anlaşıldı mı ?" Laura'nın peşinden geldiğini farketmesi uzun sürmedi, olay yerinden uzaklaşmaya çalışırken. "Teğmen Casey ! Lütfen dinler misiniz ? Sadece bir dakikanızı istiyorum sizden." Laura şansını zorlamaya niyetliydi. Bu olayların daha önce olan herhangi bir cinayetten tamamen farklı olduğunu biliyordu. Bunu teğmene de kanıtlamak ve olaya dahil olmak istiyordu. Her ne kadar bunun kaçırılmayacak bir haber olduğunu düşünse de geçmişinden gelen bazı cevapsız sorulara da bir yanıt bulmak hissiydi içini saran."Teğmen Casey !?" Casey, Laura'yı umursamadan yürümeye devam etti. Arabasının kapısını açarken "saçma sapan bir röportaj için o kadar vaktim yok" diye geçirdi içinden. "Bayan lütfen evinize dönün ve kendinize başka bir haber bulun." Casey net ve kesin konuşmuştu. Laura yapacak bir şeyi olmadığını anlamıştı. Fakat ikisi de biliyordu ki bu son görüşmeleri olmayacaktı.
"Bu yaptığı beşinci oldu, buna bir çare bulmalıyız ! Bu orospu çocuğu hepimizi tehlikeye sokuyor !" Mike çok sinirliydi. West Goshen küçük bir kasabaydı ve buradaki varlıkları ona göre Gauss yüzünden tehlikedeydi. "Bu piçi öldürücem !" Camdan dışarıyı seyrederken ağzından çıkan boş bir cümle gibi göründü. "Mike! Kendine gelir misin, düşünmeye çalışıyorum." Kate gruptaki daha sakin ve kafası çalışan kişiydi. Orta boylarda, kumral saçlı, çilleri olan fit yapıda güzel bir kadındı. "Düşünecek bir şey yok, Mike haklı, Gauss buradaki varlığımız tehdit ediyor ve derhal bunun çaresine bakmalıyız." diye lafa girdi Jason. Jason iri yapılı, hafif kırlaşmış saçlarıyla orta yaşlarının sonunda gözüken, nispeten daha olgun biriydi. "Kate bir ya da iki kişiden bahsetmiyoruz, beş kişi ve bu hükumetin dikkatini bu konuya çekmesine yetecek bir sayı!" O ana kadar sesi çıkmayan Gauss lafa girecek gibi oldu, fakat daha sonra bu kararının doğru bir hamle olmayacağını düşünerek vazgeçti. Gauss yirmili yaşlarında, uzun saçlı, zayıf ve yakışıklı denebilecek bir gençti. Ailesi Gauss ismini Carl Friedrich Gauss'a olan hayranlığından dolayı çocuklarına vermişti. Babası bir matematik profesörü, annesi ise saygın bir iş kadınıydı. Gauss Walmon, ailesini kaybetmeden önce geleceği parlak ve başarılı bir çocuk olarak görülüyordu. Arkadaşlarının ona taktığı lakap ise somon balığıydı. Bunun soyadı ile bağlantılı olması Gauss'un canını pek sıkmıyordu çünkü genelde içine kapanık ve fazla sosyal olmayan bir çocuktu. Çocukluk arkadaşı Sophie dışında pek arkadaşı olduğu da söylenemezdi. Tabi şimdi ailesinin de Sophie'nin de ölmüş olduğu gerçeğini gün be gün aklından çıkarmıyordu. "Biliyor musunuz ? Sanırım siz kafayı yemişsiniz. Tabi ki öldüreceğiz doğamız bu. Sırf keyfimiz kaçmasın diye doğamızı mı inkar edelim ?" Gauss belki de söyleyebileceği bu kadar cümle varken, kelime öbeklerinden dünyalar anlatılabilecekken seçebileceği en mantıksız kelimeleri seçmişti. Mike bir hışımla Gauss'un boynuna yapıştı. Kate ve Jason, Mike'ı durdurmaya çalışıyordu fakat Mike çok sinirli gözüküyordu. "Senin yüzünden her iki ayda bir şehir mi değiştiricez piç kurusu! Öldürmekmiş, sen öldürmek hakkında ne bilirsin ki, ama dur şimdi öğreneceksin!" Mike, Gauss'a indirdiği yumruklarla hıncını alıyormuş gibi görünse de Gauss'un yüzünde umursamaz bir tebessüm vardı ve bu Mike'ı olduğundan daha sinirli bir duruma getiriyordu. "Mike bırak çocuğu! Ne yapmaya çalıştığını sanıyosun! Bu kadar uğraşmamız gereken şey varken bir de birbirimizle mi uğraşacağız? Bırak dedim sana !" Kate, Mike'ın kolunu tuttu ve Mike'ı uzaklaştırdı. "Ehh ne haliniz varsa görün ben bu tiyatroya daha fazla seyirci kalmıyorum!" Mike bir hışımla evden çıktı ve gözden kayboldu. Kate ise içinden sadece "bir aptallık yapma sakın" diye geçiriyordu. Gauss'u karşısındaki koltuğa oturttu ve dudağının kenarındaki kanı sildi. Gauss, Kate'in ona neden bu kadar sevecen ve merhametli davrandığını anlamıyordu. Sonuçta buradaki varlıklarını tehlikeye sokmuştu ve bu yaptığı ilk değildi. Ayrıca Gauss ukala ve sorumsuzdu. Fakat Kate ona bir anne edasıyla yaklaşıp her defasında koruyordu. "Neden biz geyik ve sincaplarla idare ederken bunu yapmak zorundasın çocuk!?" Kate cevap almayı ummuyordu fakat Gauss koltukta doğruldu ve " Kate farkında değil misin, bizler vampiriz ve doğamız bu. Yaşamak için öldürmek zorundayız ve doğanın en tehlikeli yırtıcılarıyız. İnsan hayatı neden umrumuzda olsun ki, onlar bize yiyecek sağlayan kan torbalarından başka bir şey değiller !"
Devam edecek...
10 Haziran 2016 Cuma
Arkadaşlar Önemlidir
Merhabalar,
Geçenlerde yazdığım "Naber?" başlıklı yazının biraz erkeklere hitap eden bir yazı olduğuna kanaat getirmiştim ve yazının sonunda bunun hatun versiyonunu da bir arkadaşımdan yardım alarak yazacağımı belirtmiştim. "Naber?" başlıklı yazımı okumayan varsa -bence- kesinlikle okumalı. En azından ben her okuduğumda, ilk yazdığım kadar heyecanlı ve komik buluyorum. Neyse ne diyorduk, arkadaşımdan yardım alarak bir yazı kaleme aldım. Aslında arkadaşım kaleme aldı ve ben direk kopyala-yapıştır yapıyorum. (Sadece imla ve dil bilgisi düzenlemeleri yaparak). Aramızda yazar olup da hala "-de -da" ayırmayı bilmeyenler var. Yazık. Kıps :D
Ve ayrıca elimde bulunan -kızların çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yaşadığı zorluklar- temalı iki adet yazı var ve iki yazı da çok değer verdiğim iki insana ait. Bu yüzden iki yazıyı da art arda ve yazarlarını gizli tutarak yayınlıyorum. Okuyun canlar. Keyifli. En azından ben ikisini de okurken keyif aldım. Farklı tarzlar ve farklı bakış açısı. İki farklı baağyan arkadaş. İki farklı çocukluk ve ergenlik konsepti. Çok ilginçti gerçekten. İnsan hayret ediyor yauv. Bıyruunnnnn !
Ah biz kadınlar!
Arkadaşım rica etti kıramadım, gerçi bu ara biraz gelgitliyim -anlarsınız- neyse; geçen hafta da öyleydim, muhtemelen önümüzdeki hafta da devam eder. Her ay üç hafta rahat bırakmıyor bizi şu meret(klişe), ne diyordum konumuza dönelim!
Konumuz klişeler;
Yazım için bir karakter gerekiyor adı da klişe olsun, Ayşe (Ayşeler kızmayınn). Ayşe'nin yaşamından kronolojik sırayla bahsedicem. Ayşe okula başladı, prenses gibiydi, hep prenses hikayeleri okudu, onlara benzetildi, onlara benzedi. Prensesin peşinde koştu Ali'ler, ata değil de Ayşe'ye baktılar. Sonra at benzetmesi ortaya çıktı, ilerde de ata benzetileceklerdi oraya da gelicez. Ayşe hep naz yapardı, aynı zamanda çalışkandı, iyi kalpliydi, örnek insandı, örnek bir kızdı. Hep bir örnek:) Ayşe ortaokula geldi, ergenliğin pençesi onu örnek alınan olmaktan alıkoyuyordu, oysa Ayşe hep iyi örnekti, birey olurken yaşadığı hırçınlık, asilik, baş kaldırma ona hiç yakışmadı, yakıştırılmadı. Sonra o da vazgeçti. Yine herkesin istediği Ayşe oldu; çalışkan, kibar, örnek:) Ali'ler peşinde koşmaya devam ediyordu ama Ayşe biraz çekingendi. Ona bu yaşta aşkın olmadığı öğretilmişti, o da öğretilene hep itaat ederdi, yüz vermezdi. Ayşe liseye başladı, artık etrafındakilerin farkına varıyordu; beğenilmek güzeldi. Ali Ayşe'ye çıkma teklifi etti, Ayşe kabul etti mutlu oldular. Sonra Ayşe kızlarla laflarken, -bir erkeği elinde tutmak- başlığı altında yapılması gerekenler maddelendi. Ayşe dehşete düşmüştü, çok saçmaydı işittikleri; Ali'yi kandırmaktan başka bir şey değildi fakat el mahkum, Ali'yi kaybetmeyi asla istemezdi, gereğini yaptı. İşe yarıyordu, kavga ettikten sonra barışıyorlardı, ne büyük mucizeydi. Demek bundan böyle sorun çıkarmalıydı, trip atmalı, kıskandırmalıydı, diğer kızlar gibi. Farklı olana kız gibi olmadığı için erkek Fatma deniyordu( Fatma'ları da bi gün anlatmak isterim:)). Ayşe seviyordu, gereğini yapıyordu, fakat sevgiye ikinci balyozu (aileden sonra) ÖSS vurdu, ayrıldılar. Ayşe başını kaldıramıyordu, ailesi nutuklar çekiyor, kızlarına yakıştırdıkları gösterişli hayatları, hayal gibi anlatıyordu. Ayşe nispeten ailesine de yaraşır bir okul kazandı, heyecanlıydı. Şehir dışında okumak, aileden uzak, özgür olmak daha önce bilmediği bir şeydi. Akşamları istediği konsere, sinemaya gidebilecekti. Ali'lerin kurduğu hayalden çok daha farklıydı. Bakalım üniversitede Ayşeyi neler bekliyor. Bunu da sayın yazar arkadaşım benden tekrar isterse paylaşıcam, umarım kendisi bu sefer bir haftalık dönemime denk getirir, aksi halde atarlanırım giderlenirim!
Sevgiler...
Misafir sanatçı
- Şimdi ikinci yazıyla ilgili bir ön yazı da yazmak istiyorum. Ya da vazgeçtim ne yazsam kurtulmaz bu yazı, bunu fark ettim şu anda. Allah sonumuzu hayır etsin. :D
Kızlar kızlar yüreğim sızlar..
Çocukluktan başlayan bir yürek titremesi, titretmesi durumu hakimdir. Hem kendileri hem de yakın çevreleri tarafından. Daha kaç bebeklikten gelen kendilerini belli etme durumları vardır. İlk başlarda ağlamaları, bağırmaları ile daha sonraları zırlamaları ve kelimeleriyle.
En çok da okulda teneffüs aralarında ip atlamaları, seksek oynamaları ve erkeklerin yorumuyla birbirlerini düşürmeleri, mızıkçılık yapmalarıyla bilinirler. Birbirlerini düşürme derken mecazi anlamda. Ayaklarına geçirdikleri dikdörtgen ya da kare ipin üzerine basmaya çalışmalar,ı içeriye girmeleri, seviye ilerledikçe ipin yukarıya çıkması ve oyunun zorlaşarak birbirlerini düşürmeleriyle bilinirler. Söylenen şarkıları şimdi tam olarak hatırlayamıyorum lakin bundan fazlasıyla zevk alırlar. İpi tutan kişi sıranın kendisine gelmesi için en küçük bir temas halinde "deydinki deydinki, yandın gördüm ben" şeklinde pöykürmesiyle bilinir. İtirazlar sonucu fayda vermez ve oyunu oynayanın bükük boynu ve asık suratıyla yer değiştirirler.
O sırada erkeklerin oynamaya çalıştığı futbol ya da basket oyunundaki top da illa ki bu kızlardan birinin başına gelir ve "napıyosun gerizekalı, biraz ötede oynayın" gibi nidalar yükselerek ortam kızışır. Teneffüs ziliyle herkes dağılır, ortam süt liman olur.
Kavgalar sınıflarda devam eder tabi. Erkekler konuşturur, kızlar bağıra bağıra konuşur. Zıpçıktı bir sınıf başkanı çıkar, öğretmene yaranmak için konuşanları ya da yaramazları tahtaya yazar. Ama faydasızdır, çarpılar giderek büyür. Sınıftan "bir çarpı da benim için koy" nidaları ve gülüşmeler yükselir. Tüm ses öğretmenin içeri adım atmasıyla yine kesilir.
Mahallelerde de durum pek değişmez. Laleli 1 laleli 2 hadi gir içeri şeklinde ip atlama seremonilerine kızlar tarafından devam edilirken, kan ter içerisinde kalan erkeklerin futbol merakı da tam gaz devam eder. Yeterli alan olmadığından bu ortamlar "ülüşülmek" zorundadır, yine bir kafaya top yeme hali ve yine bağrışlar. Çocuk hoşlandığı kıza özellikle mi o topu atmıştır yoksa gerçekten yanlışlıkla mı olmuştur bilinmez, ama daha sonraları aynı çekirdeği kapının önünde ya da mahallenin ûcra köşelerinde paylaştıkları görülür. Mahallede bir zıpçıktı bu durumu fark eder ve ' Ayşe Ahmeti seviyor, Ahmetl'e Ayşe çıkıyor' diye bağırmasıyla bir neslin sevmek eylemini tamamen farklı yorumlamasına yol açar. Birbirlerinden uzaklaşmalar, "salaksın kızım" gibi söylemler en çok konuşulanlar olmaya başlamıştır artık.
Bir de kızlar futbol oyunlarına alınmazlar, anca birinin kardeşi olursanız, o da fındık fıstık olarak yer alırlar. Ayağınıza hiç top değmese de deli gibi koşar kan ter içinde kalırsınız. Annelerin balkondan "Ahmet yine kan ter içinde kalmışın, gözün kör olmasın gel buraya" şeklinde bağırmaları, çocuğun itirazları sonucu ağlayarak eve dönmesi fakat daha sonra "hadi nerde kalmıştık" şeklinde, elinde salçalı ekmekle geri dönmeleri görülür.
Apartmanda oturan nevi şahsına münhasır teyzelerden biri de özellikle oyun oynayan kızlardan birini bakkala yollar, fazladan koyduğu sakız parası ile de güzide çocukları kandırır. Gidip gelme esnasında da ayrı mızıkçılıklar çıkmaz değil tabi.
Çocukluk sürecinin bitip ergenliğe giriş zamanlarında mahalledeki muhabbetler değişir, kendinden küçükleri korumak, onlara göz kulak olmak olarak yorumlansa da bir atraksiyon peşindedir herkes. Mahallede mutlaka çocuk kaçıran bir yaşlı seremonisi dönmeye başlar, eski bir ev üzerinden. Bunun peşine düşülür ve olay aydınlatılmaya çalışılır, herkes polistir çünkü. Bir de bu vakayı Hayriye'lerin parklardaki durumu da mevzu bahistir. Kitli olan tuvalette ceset vardır ve katil bekçidir, bütün gün bu olayı aydınlatmak üzere delirir çocuklar. Ah çocuklar ahh...
Birbirlerinden hoşlanan gençler, birbirine laf atıp çekirdek çitler, daha ilerisinde de parka giderler.
Bir de ergen kızların en çok başına gelen olaylardan bir tanesi de. Ped krizleridir. En olmadık zamanlarda, herkesin içerisinde o pedin yere düşmesidir. O an yer yarılabilir, o kız içeri girebilir, kıpkırmızı olmuş suratına rağmen, o benim değil ki gibi davranmaya çalışabilir. Peki neden? Hepsi ergenlikten. Daha sonraları bu anı hatırlar ve sadece tebessüm eder. Lakin o zamanlar, erkeklerin bok yemesi, olası ihtimallerden en büyüğüdür. Çünkü "gördükki ahahahah, seninki, rezil, Ayşe adetlerine bağlıymış" gibi zevzeklikler hat safhadadır. Ağlayarak tuvalete koşmalar, kızların kulis yapması ve öç alma anını kollaması söz konusudur.
En küçük bir olay hemen kan davasına döner. İtişmeler, bağrışmalar. Ah gençlik ah...
Geçenlerde yazdığım "Naber?" başlıklı yazının biraz erkeklere hitap eden bir yazı olduğuna kanaat getirmiştim ve yazının sonunda bunun hatun versiyonunu da bir arkadaşımdan yardım alarak yazacağımı belirtmiştim. "Naber?" başlıklı yazımı okumayan varsa -bence- kesinlikle okumalı. En azından ben her okuduğumda, ilk yazdığım kadar heyecanlı ve komik buluyorum. Neyse ne diyorduk, arkadaşımdan yardım alarak bir yazı kaleme aldım. Aslında arkadaşım kaleme aldı ve ben direk kopyala-yapıştır yapıyorum. (Sadece imla ve dil bilgisi düzenlemeleri yaparak). Aramızda yazar olup da hala "-de -da" ayırmayı bilmeyenler var. Yazık. Kıps :D
Ve ayrıca elimde bulunan -kızların çocukluk ve ergenlik dönemlerinde yaşadığı zorluklar- temalı iki adet yazı var ve iki yazı da çok değer verdiğim iki insana ait. Bu yüzden iki yazıyı da art arda ve yazarlarını gizli tutarak yayınlıyorum. Okuyun canlar. Keyifli. En azından ben ikisini de okurken keyif aldım. Farklı tarzlar ve farklı bakış açısı. İki farklı baağyan arkadaş. İki farklı çocukluk ve ergenlik konsepti. Çok ilginçti gerçekten. İnsan hayret ediyor yauv. Bıyruunnnnn !
- Şimdi ilk yazı hakkında ön bilgi geçmek istiyorum. Yayınlarken haliyle tekrar okuyorum -ne büyük meziyet- ve şunu farkettim; bu yazı biraz "Ayten'in vücudu kan ağlıyor, Ayten'in vücudu alarım halinde, Ayten'in akciğerleri feveran halde" tarzı Şevket Hoca gibi anlatım olmuş. Değiştirmek istemiyorum nedense orjinalliği gider gibi bir düşüncem var. Neyse, bana bir künefe diyor Ayten üstüne de dondurma ! (ama onun ses tonu ve mimikleriyle). İyi okumalar. :D
Ah biz kadınlar!
Arkadaşım rica etti kıramadım, gerçi bu ara biraz gelgitliyim -anlarsınız- neyse; geçen hafta da öyleydim, muhtemelen önümüzdeki hafta da devam eder. Her ay üç hafta rahat bırakmıyor bizi şu meret(klişe), ne diyordum konumuza dönelim!
Konumuz klişeler;
Yazım için bir karakter gerekiyor adı da klişe olsun, Ayşe (Ayşeler kızmayınn). Ayşe'nin yaşamından kronolojik sırayla bahsedicem. Ayşe okula başladı, prenses gibiydi, hep prenses hikayeleri okudu, onlara benzetildi, onlara benzedi. Prensesin peşinde koştu Ali'ler, ata değil de Ayşe'ye baktılar. Sonra at benzetmesi ortaya çıktı, ilerde de ata benzetileceklerdi oraya da gelicez. Ayşe hep naz yapardı, aynı zamanda çalışkandı, iyi kalpliydi, örnek insandı, örnek bir kızdı. Hep bir örnek:) Ayşe ortaokula geldi, ergenliğin pençesi onu örnek alınan olmaktan alıkoyuyordu, oysa Ayşe hep iyi örnekti, birey olurken yaşadığı hırçınlık, asilik, baş kaldırma ona hiç yakışmadı, yakıştırılmadı. Sonra o da vazgeçti. Yine herkesin istediği Ayşe oldu; çalışkan, kibar, örnek:) Ali'ler peşinde koşmaya devam ediyordu ama Ayşe biraz çekingendi. Ona bu yaşta aşkın olmadığı öğretilmişti, o da öğretilene hep itaat ederdi, yüz vermezdi. Ayşe liseye başladı, artık etrafındakilerin farkına varıyordu; beğenilmek güzeldi. Ali Ayşe'ye çıkma teklifi etti, Ayşe kabul etti mutlu oldular. Sonra Ayşe kızlarla laflarken, -bir erkeği elinde tutmak- başlığı altında yapılması gerekenler maddelendi. Ayşe dehşete düşmüştü, çok saçmaydı işittikleri; Ali'yi kandırmaktan başka bir şey değildi fakat el mahkum, Ali'yi kaybetmeyi asla istemezdi, gereğini yaptı. İşe yarıyordu, kavga ettikten sonra barışıyorlardı, ne büyük mucizeydi. Demek bundan böyle sorun çıkarmalıydı, trip atmalı, kıskandırmalıydı, diğer kızlar gibi. Farklı olana kız gibi olmadığı için erkek Fatma deniyordu( Fatma'ları da bi gün anlatmak isterim:)). Ayşe seviyordu, gereğini yapıyordu, fakat sevgiye ikinci balyozu (aileden sonra) ÖSS vurdu, ayrıldılar. Ayşe başını kaldıramıyordu, ailesi nutuklar çekiyor, kızlarına yakıştırdıkları gösterişli hayatları, hayal gibi anlatıyordu. Ayşe nispeten ailesine de yaraşır bir okul kazandı, heyecanlıydı. Şehir dışında okumak, aileden uzak, özgür olmak daha önce bilmediği bir şeydi. Akşamları istediği konsere, sinemaya gidebilecekti. Ali'lerin kurduğu hayalden çok daha farklıydı. Bakalım üniversitede Ayşeyi neler bekliyor. Bunu da sayın yazar arkadaşım benden tekrar isterse paylaşıcam, umarım kendisi bu sefer bir haftalık dönemime denk getirir, aksi halde atarlanırım giderlenirim!
Sevgiler...
Misafir sanatçı
- Şimdi ikinci yazıyla ilgili bir ön yazı da yazmak istiyorum. Ya da vazgeçtim ne yazsam kurtulmaz bu yazı, bunu fark ettim şu anda. Allah sonumuzu hayır etsin. :D
Kızlar kızlar yüreğim sızlar..
Çocukluktan başlayan bir yürek titremesi, titretmesi durumu hakimdir. Hem kendileri hem de yakın çevreleri tarafından. Daha kaç bebeklikten gelen kendilerini belli etme durumları vardır. İlk başlarda ağlamaları, bağırmaları ile daha sonraları zırlamaları ve kelimeleriyle.
En çok da okulda teneffüs aralarında ip atlamaları, seksek oynamaları ve erkeklerin yorumuyla birbirlerini düşürmeleri, mızıkçılık yapmalarıyla bilinirler. Birbirlerini düşürme derken mecazi anlamda. Ayaklarına geçirdikleri dikdörtgen ya da kare ipin üzerine basmaya çalışmalar,ı içeriye girmeleri, seviye ilerledikçe ipin yukarıya çıkması ve oyunun zorlaşarak birbirlerini düşürmeleriyle bilinirler. Söylenen şarkıları şimdi tam olarak hatırlayamıyorum lakin bundan fazlasıyla zevk alırlar. İpi tutan kişi sıranın kendisine gelmesi için en küçük bir temas halinde "deydinki deydinki, yandın gördüm ben" şeklinde pöykürmesiyle bilinir. İtirazlar sonucu fayda vermez ve oyunu oynayanın bükük boynu ve asık suratıyla yer değiştirirler.
O sırada erkeklerin oynamaya çalıştığı futbol ya da basket oyunundaki top da illa ki bu kızlardan birinin başına gelir ve "napıyosun gerizekalı, biraz ötede oynayın" gibi nidalar yükselerek ortam kızışır. Teneffüs ziliyle herkes dağılır, ortam süt liman olur.
Kavgalar sınıflarda devam eder tabi. Erkekler konuşturur, kızlar bağıra bağıra konuşur. Zıpçıktı bir sınıf başkanı çıkar, öğretmene yaranmak için konuşanları ya da yaramazları tahtaya yazar. Ama faydasızdır, çarpılar giderek büyür. Sınıftan "bir çarpı da benim için koy" nidaları ve gülüşmeler yükselir. Tüm ses öğretmenin içeri adım atmasıyla yine kesilir.
Mahallelerde de durum pek değişmez. Laleli 1 laleli 2 hadi gir içeri şeklinde ip atlama seremonilerine kızlar tarafından devam edilirken, kan ter içerisinde kalan erkeklerin futbol merakı da tam gaz devam eder. Yeterli alan olmadığından bu ortamlar "ülüşülmek" zorundadır, yine bir kafaya top yeme hali ve yine bağrışlar. Çocuk hoşlandığı kıza özellikle mi o topu atmıştır yoksa gerçekten yanlışlıkla mı olmuştur bilinmez, ama daha sonraları aynı çekirdeği kapının önünde ya da mahallenin ûcra köşelerinde paylaştıkları görülür. Mahallede bir zıpçıktı bu durumu fark eder ve ' Ayşe Ahmeti seviyor, Ahmetl'e Ayşe çıkıyor' diye bağırmasıyla bir neslin sevmek eylemini tamamen farklı yorumlamasına yol açar. Birbirlerinden uzaklaşmalar, "salaksın kızım" gibi söylemler en çok konuşulanlar olmaya başlamıştır artık.
Bir de kızlar futbol oyunlarına alınmazlar, anca birinin kardeşi olursanız, o da fındık fıstık olarak yer alırlar. Ayağınıza hiç top değmese de deli gibi koşar kan ter içinde kalırsınız. Annelerin balkondan "Ahmet yine kan ter içinde kalmışın, gözün kör olmasın gel buraya" şeklinde bağırmaları, çocuğun itirazları sonucu ağlayarak eve dönmesi fakat daha sonra "hadi nerde kalmıştık" şeklinde, elinde salçalı ekmekle geri dönmeleri görülür.
Apartmanda oturan nevi şahsına münhasır teyzelerden biri de özellikle oyun oynayan kızlardan birini bakkala yollar, fazladan koyduğu sakız parası ile de güzide çocukları kandırır. Gidip gelme esnasında da ayrı mızıkçılıklar çıkmaz değil tabi.
Çocukluk sürecinin bitip ergenliğe giriş zamanlarında mahalledeki muhabbetler değişir, kendinden küçükleri korumak, onlara göz kulak olmak olarak yorumlansa da bir atraksiyon peşindedir herkes. Mahallede mutlaka çocuk kaçıran bir yaşlı seremonisi dönmeye başlar, eski bir ev üzerinden. Bunun peşine düşülür ve olay aydınlatılmaya çalışılır, herkes polistir çünkü. Bir de bu vakayı Hayriye'lerin parklardaki durumu da mevzu bahistir. Kitli olan tuvalette ceset vardır ve katil bekçidir, bütün gün bu olayı aydınlatmak üzere delirir çocuklar. Ah çocuklar ahh...
Birbirlerinden hoşlanan gençler, birbirine laf atıp çekirdek çitler, daha ilerisinde de parka giderler.
Bir de ergen kızların en çok başına gelen olaylardan bir tanesi de. Ped krizleridir. En olmadık zamanlarda, herkesin içerisinde o pedin yere düşmesidir. O an yer yarılabilir, o kız içeri girebilir, kıpkırmızı olmuş suratına rağmen, o benim değil ki gibi davranmaya çalışabilir. Peki neden? Hepsi ergenlikten. Daha sonraları bu anı hatırlar ve sadece tebessüm eder. Lakin o zamanlar, erkeklerin bok yemesi, olası ihtimallerden en büyüğüdür. Çünkü "gördükki ahahahah, seninki, rezil, Ayşe adetlerine bağlıymış" gibi zevzeklikler hat safhadadır. Ağlayarak tuvalete koşmalar, kızların kulis yapması ve öç alma anını kollaması söz konusudur.
En küçük bir olay hemen kan davasına döner. İtişmeler, bağrışmalar. Ah gençlik ah...
8 Haziran 2016 Çarşamba
Have you ever really loved a woman ?
Merhaba sevgili blog okuyucularım,
Geçen gün a noktasından b noktasına ulaşmanın en kolay, rahat ve konforlu yolu olan arabayla seyahat ederken çalan bu şarkının duygusal yoğunluğuna kapılmam, yanımdaki "artçı" tarafından radyonun değiştirilmesi suretiyle bir anda rock patlaması yaşamam ve bu sırada telefonuma mesaj gelerek direksiyon hakimiyetimin karşı şeride selam çakması dolayısıyla kısa çaplı bir şok ardından direksiyonu kırarak kendi şeridime geçmem neticesinde kaleme aldığım bu yazıyı aslında daha önce yazmak isterdim.
Her seferinde buralara daha çok uğramak istediğimi söyleyip ayda 4 yazı yayınlamak, sanırım insanın kendisiyle nasıl çeliştiğinin bir tezahürü. Ben istemez miyim sürekli komikli şeyler anlatayım, sizi güldüreyim, eğlendireyim; ya da değişik bilgiler vereyim, ne bileyim efendime söyleyeyim ufkunuzu açayım... Ama gel gör ki bendeki bu kuyruk acısı sendeki bu evlat acı... Yok len o başka bir şeydi. Heh işte dediğim gibi, aslında dememiş de olabilir tam bilmiyorum, birazcık yoğunum ve öyle her ota boka da yazmak istemiyorum, yazdıklarım kaliteli şeyler olsun istiyorum birazcık da bundan dolayı sanırım.
Ramazan ayına girdik bildiğiniz üzere. Bu sene de her sene olduğu gibi bazı malum şahıslar televizyona çıkıp; -halen- neyin orucu bozduğunu, neyin bozmadığını bilmeyen, counter strike'da terorist öldürdü diye cennette kendine köşk tapusu yapıp yapmadığını, Rust'da yakaladığı geyiği islami kurallara uygun kesmemesine rağmen yemenin caiz olup olmadığını, karısıyla gün içinde münasebet yaşamak isteyip de orucun buna engel olduğunu en azından öpüp öpemeyeceğini, epilasyona gitse orucunun bozulup bozulmayacağını soran bazı kesimlere cevap vererek, handrıd tavsınd dalırları götürecekler.
Aslında bu iş çok güzel he, valla bak. Cevapları zaten önceden bilinen, herkesin istese hemen ulaşacağı bilgilere sahip diye bir kişiye bu kadar para döküyorlar, anasının kuantum fiziğini, atomik kütle yapısını, tekstilin halat boyasını, yazılımın daniskasını bilen adamlar da ülkemde aç kalıyor.
Hayal satmak bu ülke için alışılmış bir olgu. Zamanında titanlar, saadet zincirleri şimdilerde megalar falanlar filanlar. Nerden buraya geldim, bu ülkede bilgi, eğitim, kültür, birikim para etmiyor. Aslında ediyor da hak ettiği değerde değil. Gelişmiş herhangi bir ülkede kazanacağı paralar ve hak edeceği hayat standartlarına rağmen güzel ülkemde... Amaan ne diyordum.
Heh ramazan geldi arkadaşlar size oruç bozmayan şeylerin tam listesini veriyorum ki yarın öbür gün millete o kadar paralar kazandıracağınıza elinizin altında bulunsun. Gerçi buraları okuyan kitlenin de "Hocam iftardan sonra ayıptır söylemesi elimle yaptığım bazı aktiviteler oldu, fakat sahura kalktığımda kolumu hissetmiyordum. Acaba bu yaradanın bana bir cezası, uyarısı olabilir mi?" diye sorup, aslında kolunun üzerine yattığını bilemeyecek kadar zeki! insanlar olmadığının farkındayım ama bulunsun işte.
Bu listeden önce şu özlü sözü de paylaşmak istiyorum;
"Vücuda giren orucu bozar, vücuttan çıkan abdesti bozar. Abdestsizler orucumuzu bozdular Abidinnn."
Tam liste:
1- Akşam ezanından sonra herhangi bir şey yiyip içmek
2- Sabah ezanından önce herhangi bir şey yiyip içmek
3- Akşam ezanından sonra yapılacak herhangi fiziksel aktivite
4- Sabah ezanından önce yapılacak herhangi fiziksel aktivite
Bitti.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)